İNSAN ONURLU DOĞAR - OUSMANE SEMBÈNE

Senegal sanat tarihinin en ünlü yazarı, senaristi ve yönetmeni Ousmane Sembène, 1997 yılında İngiliz Kraliyet Ailesi Özel Onur Ödülü‘ne layık görüldü. 74 yaşındaki yazar, törene katıldı, kürsüden Kraliçe II. Elizabeth’in yüzüne karşı, dünyayı şok eden şu konuşmayı yaptı:

“Sayın baylar ve bayanlar,

Konuşmama İngiliz dilinde devam etmeyeceğim için hepinizden özür dilerim. Sizin topraklarınızdayım ve sizin sahibi olduğunuz sistem içinde sizin tarafınızdan payelendiriliyorum. Ancak asıl konuşmam kendi öz dilimde olacaktır. Merak edenler, konuşmamın İngiliz diline tercümesini koltuklarında bulabilirler…

İngilizler geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise; bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı…

İngilizlerin dinini, dilini öğrendik. Uzak dünyadan gelen yeni dil ve din bizi hep çalışmak zorunda kalan itaatkâr köleler yaptı. Özgürlük için her karşı geldiğimizde, bizi birbirimizle savaşmak için ikna ettiler ve silah verdiler.

İngilizler gelmeden önce topraklarımızda sadece kavga vardı. İngilizlerin kutsal dini bizim kavgacılığımızı kullandı; evlatlarımızı savaşçı yaptı. Hem de sadece kendi kardeşleriyle savaşan, dünyayı İngiliz dilinden ve İncil’den ibaret sanan vahşi savaşçılar. Hastalıklar yaydılar. Ne olduğunu bilmediğimiz içeceklerle bizleri hasta ve zayıf yaptılar. Atalarımızı zincirleyerek büyük şehirlerine köle olarak götürdüler. O büyük binaları, caddeleri, tünelleri ve kiliseleri insan etinin üzerine inşa ettiler…

Kendilerini temizlemek içinse sanatçılarına fikir adamlarına; sadece kendilerini kapsayan insan tariflerini yaptırdılar. Her çeşit yiyeceklerin büyüdüğü topraklarımıza ilaçlar döktüler. Toprağın altındaki yanıcı siyah cehennem kanı (petrol) için bizleri öldürdüler. Büyük acılar ve ölümcül işkenceler ördüler…

Her gelen gemiden; kıyılarımıza hep ikiye bölünmüş tekneler yanaştı. İlk gelenler zulüm ettiler, arkasından gelen arkadaşları zulmü durdurma vaadiyle bizleri ele geçirdiler. Bugün gelenler de aynı sistemle hala işgale devam etmekteler…

Yeni ilaçları, biyolojik silahları ve hastalıkları deneyen gönüllü doktorlarınızı istemiyoruz!

Emperyalist sisteminizde geri dönüşüm ekonomisiyle aslında sömürü olan yiyecek yardımlarınızı kabul etmiyoruz!

Birbirimizi anlamamızı zorlaştıran, şarkılarımızı ve masallarımızı unutturan fakir dilinizi reddediyoruz!

Çağdaş dünya daveti içindeki, bizi zorla şekillendiren yüzeysel sanat kuramlarınıza karşı çıkıyoruz!

Özgürlüğümüzü ilan ediyor, Afrikalı insanlar olarak doğduğumuzu ve Afrikalı ölmek için de bütün Avrupa’yı topraklarımızdan kovuyoruz!

Birbirimizi öldürelim diye bize öğrettiğiniz ırkçılığı, Felsefe adına önümüze sürdüğünüz batının sığ kafalı laflarını, Hukuk adına yaptığınız bütün şovenistliklerinizi ve sanat diye dayattığınız bütün estetik öğretilerinizi Afrika topraklarından silene kadar Afrika sizinle savaşacaktır!

Siz kabul etmeseniz de bir Afrikalı en az dünyanın herhangi bir yerindeki bir batılı kadar onurludur.

İnsan onurlu doğar. Ve hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktur!” 

ve ödülü almadan salonu terk etti.

Devamını Oku »

BEN ANADOLUYUM - OZAN HACI GÜRHAN

Bir yanımdan şafak sökerken bir baştan bir başa
Her gün selam veriyor güneş, kurda-kuşa.
Dört mevsim bir yaşarım, yok cihanda böyle eş,
Akşam sefasından, ufuklardan batıyor güneş.
İşte ben Anadoluyum yiğidim çatıktır kaşım,
Bir babanın öz oğluyum, yedi kardaşım.
Yedi oğlum var biri Aras’tır, bir ucunda Serhat,
Bir kızım var Dicle’dir, bir oğlum var Fırat,
İki ikizim var Seyhan-Ceyhan kıskançlık verirler ya da,
Her nesneye can verilir, yeşil Çukurova’da.
Bir oğlum var, uzun boyludur rengi Kızıl ya,
Bir kızım vardır, kaşları hilaldir adı Sakarya.
İşte benim ben, ben Anadoluyum.
Ben Türk’üm, Kürd’üm, Zaza’yım, Laz’ım, Çerkez’im, Dadaş’ım!
Dedik ya… Bir babanın öz oğluyum, yedi kardaşım,
Ben Karadeniz’de Laz’ım Hazar Denizi’nde Abhaz’ım,
Bir elimde kemençe, bir elimde sazım.
İşte benim ben, ben Anadoluyum!
Ağrı Dağı’nda güvercinim.
Bitlis’te Ahlat, Van’da Gevaşım!
Ben Bingöl dağların da çobanım, Muş ile kardaşım.
Hakkari’de Ahmed-i Hani Feqiye Teyrana kuşum
Ben Cizre yollarında Mem-u Zin ile yoldaşım
Batman’da petrol, Diyarbakır ovasında pamuk,
Melikahmet dükkanın da kumaşım.
Siirt’te Koçero, Mardin’de Süryani, Antep’te Şahin,
Urfa’da Halil-ul Rahman sofrasında aşım.
Ben Erzincan’da Terzi Baba Elazığ’da Gagoşum.
Ben Munzur’da alevi, Sivas’ta kızılbaş’ım.
İşte benim ben, ben Anadoluyum!
Ben Hatay’da Arap’ım,
Habib-i Neccar’a yandaşım,
Ben Malatya, Adıyaman, ben Maraş’ım,
Ben Kayseri, Kırşehir, Kırıkkale, eğilmez başım.
Ben Yozgat, Tokat, Ankara vatan duvarında taşım.
Adana, Antalya, İzmir, Bursa’dan hoşum
Sakarya, İzmit, İstanbul aşkıylan sarhoşum,
Ege’de Efe Trakya’da Roman
Marmara’da Mamoşum,
Ben “Yurtta sulh Cihan’da barışım”
Ben Kuran-ı Kerim’in ışığında çağdaşım
Ben Anadolu erenleri Mevlana, Yunus, Hacı Bektaşım!
Ey sevgili kendine gel… Sen; Bensin…Ben; Sizim.
Çanakkale’de yatan binlerce kefensizim.
Beni benden ayırmak ne mümkün,
Aynı bedenim, aynı kemiğim, aynı tırnağım, aynı dişim.
Ben anayım, ben babayım, ben dayı, yeğenim, ben eşim.
Ya Rabbi! Sana arzuyu niyazım var; “ayırma beni Hak’tan”
Ya Rab! koru beni düşmanlardan, dış mihraklardan.
Otuz beş yıldır … “Ne baharım var ne yazım, mevsimde kışım.”
Ben üzgünüm, ben kırgınım, ben ağlayan gözlerde yaşım.
Ben GÜRHAN’ım, garip OZAN’ım, bu topraklarda vatandaşım.

Devamını Oku »

ÖĞRENME DÖRTLÜSÜ: GÖNÜLLÜ, ZORUNLU, YARARLI, İLGİNÇ! - MÜMİN SEKMAN

Öğrenme konusundaki tavrına göre insanlar iki gruba ayrılabilir:
1-Gönüllü öğrenenler ve
2-Zorunlu öğrenenler!

Öğrencilerin çoğu zorunlu öğrenen grubuna girer. Okulda olmayı seçmediler ve o dersleri de onlara sorarak müfredata koymadılar. Hafta sonunda istediği bir kursa giden veya evinde kitap okuyan bir yetişkin ise gönüllü öğrenendir.

Bu genel durumların dışında, bazı insanların öğrenme iştahı yüksektir, sıcak beyinlidirler. Tahmin edeceğiniz üzere, toplumum çoğunluğu “zorunlu öğrenenler”den oluşur. Zorunlu öğrenenler, içten gelen istekle değil, dıştan gelen zorlamayla birşeyler öğrenirler. Aslına bakarsınız onlar öğrenmez, onlara zorla bir şeyler öğretilir!

Zorunlu öğrenme taraftarları, okul hayatındaki gibi dışsal bir zorlama nedeniyle değil, işsel tutumlarından dolayı öğrenmeyi sevmezler.

Bu kişilerin, öğrenme karşısındaki bu direnişleri, hayat okulunda da sürer. “Nasihatle değil musibetle” öğrenmeye devam ederler. Öğrenme kavramı beyinlerinde acıyla ilişkilidir; acı çekmeden yeni bir şey öğrenmezler, öğrenirken de acı çekerler.

Gönüllü öğrenenler ise, kendi merakını gidermek için öğrenirler. Öğrenme iştahı yüksek insanlardır. Dış disiplin ile değil içten gelen merakla hareket ederler. Hayatı anlamak için okurlar.

Gönüllü öğrenenler de, kendi içlerinde ikiye ayrılır:
1- Yararlı şeyleri öğrenmeye odaklananlar.
2- Sadece “ilginç” buldukları şeylere odaklananlar.

Sadece ilginç bulduklarını öğrenenlerin çoğu, beyin obezidirler. Çok şey bilseler de, hayatta başarı gösteremeyebilirler. Her akşam merakla TV dizisi izleyen bir ev kadını da “gönüllü öğrenenler” sınıfında girer ama öğrendikleri onu geliştirmez. Öğrenilen bilgilerin ilginç olduğu kadar yararlı olması da önemlidir.
Çoğu insanın entelektüel damak tadı yanlış yapılanmıştır. Bu kişiler, yararlı olanı ilginç bulmazlar ve ilginç buldukları da yararlı değildir.

Nasıl ki, çok yemek yemek iyi beslenmek anlamına gelmezse, yenilenlerin vitamin ve mineral dengesi önemliyse, okumanın faydası da içerdiği yararlı bilgi kadardır.

Somonlu brokoli yararlıdır ama bazı insanlar onu keyifsiz bulur. Cips ve çikolata çoğu insana “zevkli” gelir ama yararlı bir besin değildir. Bedenin beslenmesindeki bu ikilem, beynin beslenmesinde de geçerlidir. Çoğu insanın okumak için seçtikleri, aşk veya macera romanıdır. Besleyici bilimsel bilgiler azgelişmiş insanların besin zincirinde en alt sıralarda yer alır.

O halde önümüzde dört kategori var;
1-İlginç ve yararlı bilgiler içeren kitaplar
2-Yararlı bilgi içeren ama ilginç bulunmayabilen kitaplar.
3-İlginç/ sürükleyici olan ama yararlı bilgi içermeyen kitaplar.
4-Hem ilginç hem de yararlı olmayan kitaplar.

İlk ve son kategoriye karşı tavrımız bellidir. İlkine yoğun bir ilgi olur, sonuncusundan da uzak durulur. Asıl bir insanın entelektüel gelişimini belirleyen şey, okuma menüsünde 2. seçeneğe ne kadar yer verdiğidir.

Ortalama okurun okuma tercihinin başında, 3 numaralı seçenek gelir; İlginç ama yararsız, cips tipi kitaplar!
Kendini gerçekten geliştirmek isteyenler, okumayı sadece keyif etkinliği olarak görmezler. Keyif amaçlı okumaların yanına, beyinlerini zorlasa da, hatta özellikle zorladığı için, entelektüel içeriği güçlü ve derin kitapları da eklerler. Bu kitapları keyifle değil, “ders çalışır gibi” okurlar. Bu tür okumalarda amaç eğlenmek değil, gelişmektir. Bu kitaplar entelektüel halterdir.

Beyin kaslarının zorlandıkça geliştiğini, kavrama kapasitelerinin arttığını bilmek önemlidir. Kavrama kapasitenizi zorladıkça, kavrama kapasiteniz gelişir. Oysa rahatına düşkün “konformist” okur, sadece kendisinin “hoşuna giden”, “eğlenceli”, “sürükleyici” ve tabi ki kendi ön yargılarını onaylayan kitapları seçer. “İçinde kendimi buldum, okuması çok kolaydı” gibi ifadeler bunu gösterir. Üzgünüm; zorlamıyorsa, geliştirmeyecek demektir!

Kaynak: www.muminsekman.com
Devamını Oku »

BEYNİNE İYİ BAK - MÜMİN SEKMAN

“Beyin kullanma Klavuzu”ndan beyninizi doğru kullanmak için kullanışlı ipuçları…
1- Beyin açık havadayken ve ayaktayken daha iyi çalışır. İnsan beyninin ayaktayken yaklaşık yüzde 10 daha fazla çalıştığı düşünülmektedir. Önemli kararlarınızı alırken kapalı alandaysanız, “volta atmayı” deneyebilirsiniz.
2 – Yürürken kolları sallamak beynin performansını olumlu etkiliyor. Önemli kararlarınızı açık havada, kollarınızı sağa sola sallayarak yürürken almaya ne dersiniz?
3- Yabancı bir dil öğrenme beyni güçlendiriyor. Her gün birkaç yabancı ya da yerli yeni kelime öğrenip, kullanabilirsiniz. Sözlük okuyabilirsiniz. Alışveriş listesi veya telefon numaralarını ezberlemeyi deneyebilirsiniz.
4- Zihinsel jimnastik /antrenman yapın. Bunun için çeşitli bulmacaları çözebilirsiniz. Satranç gibi akıl oyunları oynayın. Yatkınsanız, meditasyon, yoga gibi zihni dinginleştiren teknikler üzerinde çalışın.
5 – Rutin olarak tekrar ettiğiniz davranışlardan vazgeçin. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizle taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin. En azından bir günlüğüne televizyon kumandasını sık kullanmadığınız elinizde tutun.
6 – Entelektüel zevklerinizi geliştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş antolojisinden birkaç cümle okuyun. Beyninizi kaliteli cümlelerle besleyin!
7 – Her gün güzel bir resme veya fotoğrafa bakmaya çalışın. Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeyler kadar gelişir.
8 – Sevdiğiniz bir müziği bir süre gözleriniz kapalı dinleyin. Beyin otoriteleri tarafından klâsik müziğin zekâya 7 puan ekleyebildiği iddia edilmektedir.
9 – Günde aklınızdan 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkındaysa, hayatınız da ona göre şekillenir. Unutmayın, kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda da onu çoğaltırsınız.
10 – Bir konu hakkında düşünürken, nasıl düşündüğünüzü de gözlemleyin. Düşünmek üzerine düşünmek, beyin ve düşünce kapasitesini artırır.
11 – İyi bir uyku kaliteli bir beyin için şarttır. Çok uyuyorum diye üzülmeyin. Einstein’in günlük 10 saatten fazla uyuduğu biliniyor. 24 saati geçen uykusuzluk beyinde sarhoşluğa benzer bir etki yapar.
12 – Bol ve temiz oksijen beyin için çok önemlidir. Beynimiz ağırlık olarak vücudumuzun yüzde 2’sini oluşturduğu halde, vücuda gelen oksijenin yüzde 25’ini tüketir. Oksijensiz kaldığımızda ölümü gerçekleşen ilk organımız beyindir. Odanızın penceresini açarak kendinize bol bol oksijen ısmarlayın.
13 – Farklı düşünme tarzları beyninizi geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.
14 – Kullanılmayan organ körelir. Sürekli televizyon seyrederek beyninizi “düşük viteste çalıştırmayın.
15 – Beynin en tehlikeli yanı “ters çaba” kuralına göre çalıştığı anlardır. Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, korktuğunuzu başınıza getirir! Buna ters çaba kuralı denir. Beyin odaklanılan hedef olumsuz olsa bile, bunu gerçekleştirmek için çalışır. Topluluk önünde konuşma yaparken “acaba heyecanlanır mıyım?” diye düşünürseniz, heyecanlanırsınız.
16 – Beyni yoran monotonluktur. Hayatınızı ne kadar renklendirirseniz, beyninizi o kadar neşelendirirsiniz.
17 – Beyin kısa süreli hafızada beş ile yedi arasındaki bilgiyi işleyebilir. Yeni bir bilgi gelince, bu bilgilerden birini atar. Buna “sihirli sayı” kuralı denir. Bu kural aşılıp aşırı bilgi yüklenmesi durumunda beynimiz “servis dışı” olur. Hayatınızın en büyük kararlarını alırken “kafadan ” değil, tıpkı beş haneli iki rakam grubunu çarparken yaptığınız gibi, bir kâğıt üzerine yazarak ne yapacağınızı hesaplayın.
18 – Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Fiziksel zindelik, zihinsel zindelik getirir. Uzun süre hareketsiz kalmak, zihni de hareketsizleştirir. Spor yapmaya, fazla kilolarınızdan kurtulmaya özen gösterin. Yeterince su için. Çünkü, insan beyninin yüzde 78’i su ile kaplıdır. 19 – Ders çalışırken ilk öğrenilenler, son öğrenilenler, sık tekrarlananlar ve ilginç bulunanlar en çok akılda kalanlardır. Dersleri kısa aralar vererek çalışmak akıllıca bir harekettir.
20 – Bu hafta kafanızı nasıl daha iyi çalıştırabileceğiniz üzerine daha fazla düşünün. Unutmayın, beynimizi daha iyi çalıştırmak için kullanacağımız organ yine beynimiz! “Aklınızı “başınıza” toplayın ve kullanın!

Mümin SEKMAN
Kaynak: www.muminsekman.com
Devamını Oku »

İNSANLARA RAĞMEN İNSANLAR İÇİN BİR ŞEYLER YAPMALI MI? – MÜMİN SEKMAN


Genç ve idealist okurlardan bazen mail geliyor: “Kitabınızı okudum ve çok beğendiğim, hayatımda çok büyük değişimler oldu. Birçok arkadaşım sizden habersiz yaşıyor, kendini geliştirme tekniklerini bilmiyorlar. Lütfen okulumuza gelip konuşur musunuz?”

İdealizm ile realizmin iç çatışmasını yaşadığım anlar bunlar. Her defasında tek tek açıklamak yerine, konuyla ilgili bir makale yazmak daha doğru olabilir.

Eminim sizler de bu çatışmanın farklı örneklerini yaşıyorsunuzdur. Bu tür durumlarda kendi kendinize sorarsınız; “İnsanlara rağmen insanlar için iyi bir şeyler yapmalı mı?”

Kendisi için hiçbir şey yapmaya niyetli olmayan insanlar için bir şey yapmaya gerek var mı? “Kendine yardım” etmeye niyeti olmayan insanlara yardım etmek, idealizm midir yoksa emek israfı mıdır?

Eğer bu insanlara iyi niyetli bir şekilde bakarsak, “yapmıyorlar çünkü bilmiyorlar” diye düşünürüz. Oysa, yeterince tecrübe kazandıktan sonra, “yapmıyorlar çünkü yapmak istemiyorlar” noktasına varırız.

Yolun başındayken, “yapmıyorlar çünkü bilmiyorlar” noktasındaydım. Çünkü Türkiyede sadece 25 kendini geliştirme kitabı vardı. İnsanlar bilmedikleri bir şeyi isteyemezdi. İstemedikleri şeyi öğrenemezdi. Öğrenmedikleri şeyi uygulayamazdı.

Sürekli şöyle düşünüyordum:
“İnsanlar yanlış kararlar alıyorlar, çünkü doğru ve etkili karar alma yöntemlerini anlatan kitapları okuyamıyorlar. Çünkü bu kitaplar Türkçede yok!”
“İnsanlar derslerde başarısız oluyorlar, çünkü öğrenmeyi öğrenme üzerine geliştirmiş teknikleri anlatan kitapları bulamıyorlar.”
“İnsanlar iletişim becerilerini bilmiyorlar çünkü bu konudaki fikirleri okuma şansları yok.”

Bu düşüncelerle hukuk diplomamı kenara atıp, kişisel gelişim tekniklerini yaygınlaştırmak için çalışmaya başladım. Onlarca şehir ve ilçede seminer verdim. Kitaplar yazdım. Uzun süre birinci sınıf bir idealist gibi yaşadım. Ev kiramı ödeyemiyordum ama günlerim evdenden çok farklı şehirlerde konferanslarda geçiyordu.

Zamanla kendini geliştirme türünde kitapların sayısı 2500’e ulaştı. İnternetin ortaya çıkmasıyla, her türlü bilgi erişilebilir hale geldi. Kendini geliştirme ve sosyal başarı bilgisine ulaşmakta fırsat eşitliği sağlanmış oldu.

Peki insanların ne kadarı bu fırsatı kullandı? Çok azı! İşte benim dramım burada başlıyor. Sokrates de insanların bilinçlendirilirse, değişip gelişeceklerine inanıyordu. Oysa karşınıza alın bir sigara tiryakisini ve sigaranın zararları hakkında “bilinçlendirin.” Çoğu ne mi yapacaktır? Dışarı çıkıp bir sigara daha içecek, kaygısı arttığından daha da derine çekecektir! Hepsi demiyorum ama çoğu sigarayı bırakmayacaktır. Üzgünüm ama Sokrates ve franszı aydınlanmacıları önemli oranda yanılıyordu! Davranışsal ekonomi biliminin defalarca kanıtladığı gibi, insanların asıl sorunu “bilinçlenme” değildir. İnsanların çoğu, çoğunlukla doğrusunu bilir ama yanlışını yapmaya devam ederler.

Somonlu brokolinin çok “besleyici” olduğunu, hamburgerin ise “kilo aldırdığını” bilen şişman birinin, sürekli hamburger yemeye devam etmesine ne demeli? Aynı şekilde insanların çoğu ilginç ama çöp fikirlere, yararlı bilgilerden daha fazla değer verir. Sistematik olarak hatalı karar veren insanlar, “doğru karar verme teknikleri” üzerine bilgilendirici kitap ve makaleler okumak yerine, interneti ünlülerin sevgililerini araştırmak için kullanır. Herkes böyle yapmıyor ama çoğunluk böyle yapmaya devam ediyor.

Bu dünyada bazı insanlar gelişmek için değil, geride durmak, hatta gelişenleri de engellemek için yaşar. Bu insanlar zamanını, zekasını ve emeğini boşa harcarlar. Bu sanıldığı gibi “bilinçsizlik” sonucu değildir, gayet bilinçli bir karardır. Bu tutumları hataları değil tercihleridir. Düşüncesizlikten doğan gafletleri değil, kasıtlı kararlarıdır.

Güçlü bir örnek üzerinden her şeyi anlatayım. Google yılbaşı geldiğinde “yılın en çok aranan” kelimelerini yayınlar. Orada hiçbir zaman “başarı taktikleri”, “başarı öyküleri”, “kendini geliştirme metotları”, “verimli ders çalışma yöntemleri” gibi faydalı kelimeleri görebilir misiniz? Elbette hayır.
Google’ın arama istatistikleri, bir toplumun kültürel odak noktasını net olarak gösterir. O toplumun neyi önemsediği kadar, neye karşı sistematik olarak kayıtsız kaldığını da gösterir.

Türk insanının, “kendini geliştirmek”, “işini iyi yapmak” ve “mesleğinde başarılı olmak” konusuyla ilgisini merak ettiniz mi? Google’ın “hangi kelime kaç adet aranıyor” paneline girip, tek tek ölçtüm.
Halkımızın kariyer konusunda neye ne kadar önem verdiğini, anahtar kelimelerin arama sıklığından anlayabilirsiniz. 24 Aralık 2017 itibariyle sonuçlar şöyleydi.
1.      “Para” kelimesinin aylık arama sıklığı: 450,000 adet.
2.      “İş” kelimesinin aylık arama sıklığı: 201,000 adet.
3.      “Eğitim” kelimesinin aylık arama sıklığı: 27,100 adet
4.      “Kişisel Gelişim” kelimesinin aylık arama sıklığı: 22,200 adet
5.      “Başarı” kelimesinin aylık arama sıklığı: 18.000 adet.
6.      “Başarı duası” kelimesinin aylık arama sıklığı 9,900 adet.
7.      “Başarı hikayeleri” kelimesinin aylık arama sıklığı: 8,100 adet
8.      “Azmin zaferi” kelimesinin aylık arama sıklığı 320 adet!
9.      “Başarı kitapları” kelimesinin aylık arama sıklığı 260 adet!
10.  “Başarı taktikleri” kelimesinin aylık arama sıklığı 30 adet!

Gelelim Türk insanın çok aradığı, çok sevdiği ve çok ilgilendiği konulara. Beyin enerjisini odakladığı konular bunlar:
1.      “Oyunlar” kelimesinin aylık arama arama sıklığı 6,120.000 adet.
2.      “Galatasaray” kelimesinin aylık aranma sıklığı 4,090,000 adet
3.      “Fenerbahçe” kelimesinin aylık aranma sıklığı 3,350,000 adet.
4.      “Araba oyunları” kelimesinin aylık aranma sıklığı 3.350.000 adet.
5.      “Dizi izle” kelimesinin aylık aranma sıklığı 2.740.000 adet.
6.      “Nefis yemek tarifleri” kelimesinin aylık aranma sıklığı 823.000 adet.
7.      “Aleyna Tilki” kelimesinin aylık aranma sıklığı 823, 000 adet.
8.      “Recep İvedik 5 izle” kelimesinin aylık arama sıklığı 550,000 adet.
9.      “Şeyma Subaşı” kelimesinin aylık aranma sıklığı 301, 000 adet.
10.  “Kurtlar Vadisi” kelimesinin aylık aranma sıklığı 301,000 adet.

Bu sonuçları görünce, gerçekten kızıyorum. Zamanını, zekasını ve enerjisini yukarıdaki boş şeylere harcamakta hiçbir sakınca görmeyen, buna karşın başarı üzerine sistematik bir ders vermeye kalkıştığınıza gözlerini devirerek dinleyen insanlar için, neden bir şey yapmak zorundayız ki? Bırakın aptalca tutumlarının ve saçma seçimlerinin sonuçlarını hayatlarında yaşasınlar! Onları kendilerinden korumaya gerçekten gerek var mı? Bu kadar merhametli olmak, marazi (hastalıklı) bir tutum değil mi?

Mantıklı her fikri “sıkıcı” bulan bu insanları kazanmak için, onların dikkatlerini çekmek adına “soytarılaşmaya” ne gerek var? Her insan başarıya dair inançlarının sonuçlarını kendi hayatında yaşar. Bırakalım bu insanlar da “hata yapma haklarını” kullansınlar!

Birkaç yıl önce bir karar aldım: Başarıyla hiçbir ilgisi olmayan insanlarla, benim de ilgim yok artık. Tembel tavuklara uçma dersleri vermenin anlamı yok. Onlara harcayacağınız zaman, kartalların eğitiminden çalınmıştır. Başarı merkezli yaşayan insanları hayatımın merkezine koydum. “Başarmak için doğanların yazarı” kelimesinin, ruhumun karşılığı olduğunu düşünüyorum.

Başarı bilgisine ulaşmakta fırsat eşitliği sağlamaya tüm ruhumla inanıyorum. Tüm tamanımı buna harcıyor, kitaplarımı bunun için yazıyorum. Yoksul ve eğitimsiz ailenin çocuğu olarak doğsa da, kendini eğiten ve geliştiren gençleri tüm gücümle destekliyorum.

Buna karşın kendini geliştirmekle en uzak bir ilgisi olmayan, hatta “kişisel gelişim” kavramından nefret eden insanları kazanmak için bir şeyler yapmayı başka arkadaşlara devrediyorum. Ben kasıtlı olarak en geride kalanların değil, kararlı bir şekilde en önde gidenlerin mentorü olmak istiyorum. Beni bu insanlar heyecanlandırıyor. Bu insanlarla gerçek bir fark yarattığımı görüyorum.

Sınırsız kaynaklarım yok. Bu hayatı 1 milyon yıl yaşamayacağım. Elimdeki zamanı, bilgiyi ve enerjiyi “herkese ve her kesime” değil, başarı merkezli yaşayan insanlara harcamalıyım. Buna verimli idealizm diyorum.

“Kör idealizm” doğru bir şeyi yapmaktan aldığı güçle, akıllı ve verimli davranma gereği duymaz. Verimli idealizm ise, sürdürülebilir ve hak edilmiş sonuçların peşindedir.

En baştaki konuya dönecek olursak, beni okuluna davet eden genç arkadaşım! Senin birinci işin kendini geliştirmektir. Arka sıradakileri geliştirme düşüncesini unut ve sen kendi en iyi versiyonuna yoğunlaş. O insanları kazanmaya çalıştıkça hız kaybedecek, hayallerinden de geri kalacaksın. Nasıl ki herkesin boyu, zekası, ayak numarası aynı değilse insanların başarı kapasitesi ve başarı iştahı da eşit değildir. Onlara kendi değerlerini ve isteklerini dayatmana gerek yok. Başarı piramidi hiçbir zaman düzleşmeyecek.

Mümin SEKMAN (Aralık 2017)
Kaynak: www.muminsekman.com
Devamını Oku »

BAŞARININ SIRLARI - ALİ FUAT BAŞGİL

  • Çalışma için uygun gün ve saat bekleme. Bil ki, her gün ve her saat çalışmanın en uygun zamanıdır
  • Çalışmak için uygun yer ve köşe arama. Bil ki, her yer ve her köşe çalışmanın en uygun yeridir
  • Bir günde ve bir zamanda yapman Iâzım gelen bir işi (bir dersi, bir vazifeyi) ertesi güne bırakma. Zira her günün derdi gibi, işi de kendine yeter
  • Bir zamanda yalnız tek bir iş yap, yalnız bir ders, bir kitap,hatta bir fasıl üzerinde çalış. Ta ki dikkattin ve kuvvetin yayılıp zayıflamasın. Bir zamanda birden fazla iş yapayım diyen, hiçbirini tam ve temiz yapamaz. Dünyaca tanınmış olan büyük İslam müteferriki “İmam-ı Gazali”ye “İhya-i Ulum” adlı muazzam eserini nasıl bir çalışma ile vücuda getirdiğini sormuşlar: “Bir zamanda yalnız bir fasıl, bir bahis, bir konu üzerinde çalıştım.” demiş.
  • Başladığın bir işi (bir dersi, bir kitabı, bir vazifeyi yapıp bitirmeden başka bir işe (derse, kitaba ve vazifeye başlama. Yarıda kalan iş başlanmamış demektir.
  • Bir günün işini (dersini, vazifesini) bitirdikten sonra ertesi gün ne iş yapacağına karar ver. Yahut, hiç olmazsa çalışmaya başlamadan evvel, hangi iş (ders, kitap) üzerinde çalışacağını düşünüp kararlaştır ve çalışmaya bu kararla otur.
  • Bir işe başlamadan, bir dersi öğrenmeye, bir kitabı okumaya oturmadan evvel düşün ve çalışman için gerekli olan şeyler arasında ve elinin altında bulundur. Tâ ki ikide bir kalem, kağıt aramaya kalkıp da dikkatin dağılmasın.
  • Bir işe başlamadan evvel o işi (dersi, vazifeyi, kitabı) en kısa bir zamanda, en kolay ve en temiz bir şekilde nasıl yapmak, nasıl öğrenip etüt etmek mümkün olduğunu iyice düşünüp hesapla.
  • Çalıştığın bir iş (bir ders, bir kitap, bir yazı) üzerinde herhangi bir güçlüğü yenmeden bir adım bile gerileme. Gene bil ki; çalışma sevgisi güçlükleri yenmekten doğar ve kuvvetlenir. Güçlüğü yenmekten hasıl olan manevi zevk eşsiz bir zevktir. Emin ol ki; harple zafer ve işte başarı yılmayanındır. Sebat önünde güçlükler erir ve imkansız görünen, mümkün olur.
  • Bir dersi, bir kitabı en basit elemanlarına, kısım, fasıl ve bahislerine ayır. Sıra ile her bahsi iyice ve noksansızca anlayıp öğrenmeden öbür bahse geçme. Fasıllar ve bahisler üzerinde bir kör gibi yürü. Yani attığın adımı iyice basmadan öbürünü atma.
  • Devamlı ve planlı çalış. Ve her gün aynı saatlerde mutlaka çalışmaya otur. Çalışmayı uzun süre kesip terk etme. Hasta ve yorgun değilsen tatil aylarında bile yavaş ve az da olsa çalış ki, çalışma alışkanlığın körlenmesin ve tekrar çalışmaya koyulmak için zahmet çekmeyesin.
  • Bir iş üzerinde yorulursan dinlenmek için işini değiştir ve çalışma hızını yavaşlat. Fakat dinlenme bahanesi ile, asla boş oturma. Boş oturanın içi işlemeyen demir gibi, pas tutar.
  • Verimli çalışmayı sakın iş üzerinde geçirdiğin zamanla ölçüp de, eh bugün şu kadar saat çalıştım, yetişir deme. Çalışmanın sonucuna ve öğrendiğine bak.
  • Fikrî çalışmalar için, aynı saatlerde devamlı ve düzenli bir surette, günde iki üç saat bile yeterlidir. Büyük İslam düşünürü İbn-i Sina, dünyaca meşhur olan Kitabu-ş-şifa’sını, her gün, sabah namazından sonra Bağdat’taki bir camiin büyük kandili altında oturarak, kuşluk vaktine kadar, yani takriben iki saat çalışmak suretiyle vücuda getirmiştir. Meşhur İngiliz düşünürü Spencer, muzazzam eserlerini, günde iki saat çalışarak yazmıştır. Her sene bin, bin iki yüz sahifelik eser veren Fransız edibi Emile Zola’ya bu başarısının sırrını sormuşlar: “Hergün yalnız üç saat çalışır ve yazarım” demiş.
  • Sabırlı ol. Damlaya damlaya göl ye aynı noktaya düşen damlacıklar zamanla mermeri bile deler.
  • Bir işe başladığın bir dersi öğrenmeye başladığın, bir dersi öğrenmeye, bir kitabı okumaya koyulduğun zaman telaş edip sabırsızlanma. Sakin ve metin ol yol al, fakat acele etme. Sindirerek çalış ve öğren
  • İşinde ve derslerinde herhangi bir fikrî noktayı küçümseyerek ihmal edip geçme. Küçük ihmalden bazen büyük zararlar doğduğunu unutma.
  • Gece yatağına uzandığın zaman, o gün ne yapacağını kendine sormadan uyuma
  • Her gün iyi bir eserden yüksek sesle beş on sahife oku. Bu sayede konuşma ve söz söyleme yeteneğin gelişir,
  • Rastladığın edebi, felsefi bazı; güzel parçaları ezberle. Bu sayede hem kelime ve ifade haznen zenginleşir hem de hafızan kuvvetlenir.
  • Çalıştığın bir dersin, bir kitabın fasıl ve bahislerini bitirdikçe, kitabı kapayıp, okuduğunu ezberden özet halinde not et. Bir dersi, bîr kitabı en iyi anlayıp öğrenmenin yolu, onu bu şekilde yazmaktır.
  • Bir dersten öğrendiğin, bir kitaptan okuduğun fasıl ve bahisleri arkadaşlarınla ezberden müzakere ve münakaşa et. Bu suretle hem zekan işler ve öğrendiğin hazmolur, hem hafızan kuvvetlenir; hem de düzgün konuşma ve fikirlerini açık o!arak ifade etme yeteneği kazanırsın.
  • Dikkat et: Sözlerin ve yazıların kısa, açık ve anlamlı olsun.
  • Fikrî çalışmanın herkesin mizacına göre değişen verimli ve eşref saatleri vardır. Bunlar bazı kimseler için sabahın erken saatleri, bazıları için de öğleye doğru, öğleden sonra, gece saatleridir. Kendini yokla ve senin eşref saatlerin hangileri ise, bunları hiç bir eğlenceye feda edip kaçırma.
  • Okuduğun bir kitapta rastladığın güzel bir parçayı veya orjinal bir fikri yerini ve sahifesini işaret ederek not. Bu suretle biriktirdiğin nottan bir dosyaya veya bir iş kutusuna sırasıyla yerleştir. Bir yazı yazmak veya bir eser yapmak istediğin zaman bu notlar senin için zengin bir malzeme hazinesi olur.
  • Bir konu hakkında bir yazı veya bir eser yazmaya karar verdiğin zaman, evvela bu konu üzerince evvelce yazılmış eserleri oku. Ta ki; yazılmış ve söylenmiş şöyle tekrar edip ömrünü israf etmeyesin.
  • Gök kubbe altında yepyeni hiçbir fikir yoktur. En yeni fikir. eski bir fikrin yeni bir elbise giymişidir.
  • Her şeyden evvel, ana dilini iyi konuşmayı ve iyi yazmayı öğren. İnsan için en faydalı olanı kendi ana dilidir.
  • Dilbilgisi bir amaç değil, bir araçtır. Asıl amaç olan, fikir zenginliğidir.
  • Kişinin kıymeti dilinin altında ve kaleminin ucunda gizlidir. Onu söz ve yazı açığa vurur.
  • Bir işi yapıp yapmamakta kararsızlığa düştüğün vakit, iki şıktan her birinin fayda ve zararlarını iyice hesapla. Faydası çok, zararı az olan şıkkı tercih et.
  • Bir işe öfkeli ve sinirli iken karar verme. Bekle öfken geçsin. Zira öfke île kalkan zararla oturur.
  • Çok konuşma. Yerinde ve özlü konuş. Kıymet ve tesir çok sözde değil, yerinde ve özlü sözdedir.
  • Kimsenin yüzüne karsı söyleyemediğini arkasından söyleme ve bil ki arkadan konuşma korkaklığın en kötü şeklidir.
  • Kimsenin cahilliğini yüzüne vurma. Bil ki insanları en çok kızdıran ve gücendiren, cahilliklerinin yüzlerine vurulmasıdır.
  • Yalan söyleme. Yalan söyleyen yakalanma korkusu içinde yaşayan hırsız gibidir.
  • Daima olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol. Olduğundan fazla görünmek isteyen, karşısındakilere kendi ahmaklığını göstermiş olur.
  ALİ FUAT BAŞGİL'İN "GENÇLERLE BAŞBAŞA" ADLI ESERİNDEN ALINTIDIR.
Devamını Oku »

GANDHİ VE ŞEKER HİKAYESİ

Bir gün bir anne, yanına oğlunu alarak Gandhi’yi ziyarete gitmiş. Annenin amacı, dünyanın en büyük liderlerinden biri olan Gandhi’den yardım istemekmiş. Oğlu şekere bağımlıymış ve şekere olan bu tutkusunu bırakabilmesi için Gandhi’nin yardımını istiyormuş.

“Gandhi, oğlum çok fazla şeker tüketiyor. Lütfen bunun sağlığı açısından çok sakıncalı olduğunu söyler misiniz?“

Gandhi, sabırlıca annenin bu yakarışını dinledikten sonra, oğluna akıl vermeyi reddetmiş ve iki hafta sonra geri gelmelerini söylemiş. Anne, oldukça hayal kırıklığına uğramış şekilde Gandhi’nin yanından ayrılmış. İki hafta sonra, geri gelmişler.  Gandhi, oğlanı bir kenara çekmiş ve bu kadar fazla şeker yemeyi bırakmasının en doğrusu olduğunu söylemiş. Oğlan, şekeri bırakmak için elinden geleni yapacağı cevabını vermiş. Ardından, anne Gandhi’yi bir kenara çekip, merakla, neden bunu iki hafta sonra yaptığını sormuş.


Gandhi gülümsemiş ve “İki hafta önce, ben de bir şeker bağımlısıydım. Şekeri bıraktığımda neler olduğunu görmem için vakte ihtiyacım vardı.” cevabını vermiş.
Devamını Oku »

HAYALİM

Babasının işi nedeniyle, çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Yedinci sınıftayken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi öğretmeni...

Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan yedi sayfalık bir kompozisyon yazdı.

Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi. Ertesi gün öğretmenine sunduğu yedi sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.

İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.

"Neden sıfır aldım?" diye merakla sordu öğretmenine çocuk...

"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal" dedi, öğretmeni. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman gerekir. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman olanaksız" dedi ve ekledi:
"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."

Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
"Kızım" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim."

Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini, hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü öğretmenine:

"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin, ben de hayallerimi..."
Devamını Oku »

ZAMANIN DEĞERİ

Baba, akşam geç bir saatte işinden evine döndüğünde beş yaşındaki oğlunu, kapıda kendisini beklerken buldu. Çok yorgun ve perişandı. Çocuk ise heyecanla beklediği babasını görünce tüm içtenliği ile: “Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun?” diye sordu. Zaten yorgun olan baba: “Bu senin işin değil” diye cevap verince çocuk: “Babacığım lütfen, bilmek istiyorum” diye üsteledi. Adam: “İlla da bilmek istiyorsan 20 TL.” diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk: “Peki, bana 10 TL. borç verir misin?” diye sordu.
 
Adam iyice sinirlenerek; “Benim senin gereksiz oyuncaklarına ve benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat”deyince, çocuk sessizce odasına çıkıp kapısını kapattı. Baba çok sinirlenmiş ve söylenmeye başlamıştı… “Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder?” Belki de gerçekten lazımdı…
 
Yukarıya, çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı…
Yatağında olan çocuğuna: “Uyuyor musun?” diye sordu. Çocuk: “Hayır” diye cevap verdi…
“Al bakalım, istediğin 10 TL. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim” deyince çocuk sevinçle haykırdı: “Teşekkürler babacığım…”
 
Ve hemen yastığının altından diğer buruşmuş paralarını da çıkardı ve babasının yüzüne bakarak yavaşça paralarını saydı. Bunu gören baba iyice sinirlendi ve: “Paran olduğu halde neden para istedin? Benim, senin gereksiz oyunlarına ayıracak vaktim yok!” diyerek yeniden kızdı…
 
Babasının yükselen sesiyle ürperen çocuk tüm masumluğuyla babasına :
“Param vardı ama yeterince yoktu. Şu an tam olarak 20 TL’m var…
Şimdi bir saatini alabilir miyim babacığım?”
Devamını Oku »

HEMEN Mİ ÖLECEĞİM?


Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler.
Tek yaşam şansı, beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakliydi.
Küçük çocuk, aynı hastalıktan mucizevi şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın mikroplarını yok eden bağışıklık oluşmuştu.
Doktor durumu beş yaşındaki çocuğa anlattı ve ablasına kan verip, vermeyeceğini sordu.
Küçük çocuk bir an duraksadı, sonra derin bir nefes aldı ve eğer kurtulacaksa veririm kanımı dedi.
Kan nakli yapılırken, ablasının gözlerinin içine bakıyor ve gülümsüyordu.
Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama küçük çocuğun yüzü de giderek soluyordu, gülümsemesi de yok oldu.
Titreyen bir sesle doktora sordu:
Hemen mi öleceğim..?
Ufaklık, doktoru yanlış anlamıştı.
Ablasına vücudundaki bütün kanı verip, öleceğini düşünüyordu.
Devamını Oku »

RESİM DERSİ - HELEN E. BUCKLEY


Bir sabah
Küçük çocuk okuldayken öğretmeni seslenmiş: "Bugün çiçek resmi çizeceğiz!" Küçük çocuk çok sevinmiş. Resim yapmayı çok severmiş. Her türlü resim yapabilirmiş: Aslanlar, kaplanlar, tavuklar, inekler. . . Trenler, tekneler. . . Mum boyalarını çıkarmış Ve başlamış çizmeye. Fakat öğretmeni
"Bekleyin! Daha başlamayın!" diye bağırmış.
Ve herkes hazırlanana kadar beklemişler.
"Şimdi" demiş öğretmeni,
"Çiçek resmi yapacağız!"
Küçük çocuk sevinmiş.
Çiçek resmi yapmayı çok severmiş.
Güzel çiçekler yapmaya başlamış.
Pembe, portakal rengi ve mavi;
Rengârenk çiçekler. . .
Fakat öğretmeni
"Bekleyin! Ben size nasıl yapacağınızı göstereceğim!" demiş.
Tahtaya bir çiçek resmi çizmiş.
Sapı yeşil, kendi kırmızıymış.
"İşte böyle! Tamam, şimdi başlayabilirsiniz!" demiş.
Küçük çocuk öğretmenin çizdiği çiçeğe bakmış,
Sonra da kendi çiçeğine. . .
Kendi çizdiği çiçeği daha fazla sevmiş,
Ama bunu söylememiş.
Kâğıdın öteki yüzünü çevirmiş
Ve öğretmeninkine benzer bir çiçek çizmiş;
Yeşil saplı, kırmızı renkli bir çiçek. . .
Başka bir gün küçük çocuk
Kapıyı kendi başına açabilmeyi başardığında
Öğretmeni "Bugün hamur çalışacağız!" demiş.
Küçük çocuk çok sevinmiş.
Hamurla oynamayı çok severmiş.
Hamurdan çeşitli şeyler yapabilirmiş:
Yılanlar, kardan adamlar. . .
Filler, kediler. . .
Arabalar, kamyonetler. . .
Hamurunu yoğurmaya başlamış.
Ama öğretmeni
"Bekleyin! Daha başlamayın!" diye bağırmış.
Herkes hazırlanana kadar beklemişler.
"Şimdi" demiş öğretmeni, 'Tabak yapacağız!"
Küçük çocuk çok sevinmiş,
Tabak yapmayı çok severmiş.
Çeşitli boylarda ve şekillerde tabaklar yapmaya başlamış.
Fakat öğretmeni
"Bekleyin! Ben size nasıl yapılacağını göstereceğim!" demiş.
Herkese derin bir tabak nasıl yapılır, göstermiş.
"İşte böyle! Tamam, şimdi başlayabilirsiniz!" demiş öğretmeni.
Küçük çocuk bir öğretmeninin yaptığı tabağa bakmış,
Bir de kendi yaptığına. . .
Kendi yaptığı tabağı daha çok beğenmiş.
Ama bunu kimseye söylememiş.
Hamurunu tekrar top haline getirmiş
Ve öğretmeninkine benzeyen bir tabak yapmış.
Bu derin bir tabakmış.
Nihayet küçük çocuk beklemeyi öğrenmiş,
İzlemeyi de.
Öğretmeninkine benzer şeyler yapmayı da.
Çok geçmeden kendine has şeyler yapamaz olmuş.
Daha sonra küçük çocuk ve ailesi
Başka bir şehirde
Yeni bir eve taşınmışlar.
Ve küçük çocuk başka bir okula gitmek zorunda kalmış.
Bu okul diğer okuldan daha da büyükmüş.
Ve dışarıdan içeriye açılan bir kapısı yokmuş.
Büyük basamaklardan çıkmak.
Sınıfına ulaşmak için uzun bir koridordan geçmek zorundaymış.
Daha ilk gün,
Öğretmeni "Bugün resim çizeceğiz!" demiş.
Küçük çocuk çok sevinmiş.
Öğretmeninin komut vermesini beklemiş.
Ama öğretmen hiçbir şey söylememiş.
Sadece sınıfın içinde, öğrencilerin arasında gezinmiş.
Küçük çocuğun yanına gelince,
"Resim çizmek istemiyor musun?" diye sormuş.
"İstiyorum!" demiş küçük çocuk, "Ne çizeceğiz?"
Öğretmeni "Buna sen karar vereceksin!" demiş.
"Nasıl çizeceğim?" diye sormuş küçük çocuk.
"Nasıl istersen öyle!" demiş öğretmeni.
"Hangi renkle boyayacağız?" diye sormuş küçük çocuk.
"Hangi renkle istersen onunla!" demiş öğretmeni.
"Eğer herkes aynı resmi çizerse, aynı renkle boyarsa,
Kimin yaptığını nasıl anlayabilirim?" diye sormuş öğretmeni.
"Bilmiyorum!" demiş küçük çocuk.
Pembe, portakal rengi ve mavi çiçekler yapmaya başlamış.
Yeni okulunu çok sevmiş.
Ön kapıdan sınıfa girilen bir kapısı olmasa bile!
Devamını Oku »

BİR KELEBEĞİN DERSİ

Bir gün, kozada küçük bir delik belirdi; bir adam oturup kelebeğin saatler boyunca bedenini bu küçük delikten çıkarmak için harcadığı çabayı izledi.
Ardından sanki ilerlemek için çaba harcamaktan vazgeçmiş gibi geldi ona.
Sanki elinden gelen her şeyi yapmış ve artık yapabileceği bir şey kalmamış gibiydi.
Böylece adam, kelebeğe yardım etmeye karar verdi. Eline küçük bir makas alıp kozadaki deliği büyütmeye başladı.
Bunun üzerine kelebek kolayca dışarı çıkıverdi.
Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş buruştu.
Adam izlemeye devam etti. Çünkü her an kelebeğin kanatlarının açılıp genişleyeceğini ve bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.
Ama bunlardan hiç biri olmadı! Kelebek, hayatının geri kalanını kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi.
Ne kadar denese de asla uçamadı.
Adamın iyi niyeti ve yardım severliği ile anlayamadığı şey, kozanın kısıtlayıcılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten çıkmak için göstermesi gereken çabanın, kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede de kozanın kısıtlayıcılığından kurtulduğu anda uçmasını sağlamak için yol olduğuydu.


Bazen yaşamda tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey çabalardır.
Devamını Oku »

BOA YILANI İLE OĞLAK

 Paris’te hayvanat bahçesindeki boa yılanlarına on, on beş günde bir canlı oğlak verilirmiş. Koca yılanın oğ­lağı nasıl yutacağını görmek için, o günlerde kafeslerin önü meraklı seyircilerle dolarmış.
Yine bir gün bu durumu görmek için halk bir kafesin önüne yığılır. Oğlağı içeriye salıverirler. Boa yılanı başı­nı diker, korkunç ağzını açar, avının üzerine yürür. Ama şaşılacak şey, oğlakta ne titreme ne bir haykırma, hiç korku belirtisi yok. Oğlak sırtını kafesin uygun bir yeri­ne vererek, kendini koruyucu bir durum alır, düşmanını bekler. Boa yılanı çatallı dilini oynata oynata yaklaşınca çevik oğlak gerilir gerilmez düşmanının avurduna hız­lı bir boynuz yerleştirir. Koca yılan şaşkın bir durumda geri çekilir. Avının karşısında bir süre onu süzdükten sonra ikinci saldırısını yapar. Oğlak bu sefer, öncekin­den hızlı ve çabuk birkaç boynuz vuruşu ile yılanı yara­lar. Yılan bu defa daha uzağa çekilir. Ama açtır. Kısme­tini yutmak için bir süre sonra yine atılır. Aynı sert ve çevik karşı koyuşu görür. 
Yaban ormanlarında aslanların kaplanların kemikle­rini kıran boa yılanını bu oğlak; tam üç saat uğraştırır, kendini yedirtmez. Kapalı kafes içinde denk olmayan iki gücün çarpışmasını soluk soluğa takip eden halk bağır­maya başlar. ”Yeter artık, bu oğlak hayatını inanılmaz bir direnişle kazandı.” Hayvanat bahçesinin görevlileri oğlağı kafesten alırlar. Boynuzuna bu olağanüstü kah­ramanlık destanını belirten madalyayı asarak bahçeye salıverirler. Bu oğlak, bu ünüyle hayvanat bahçesinde serbestçe dolaşma hakkını kazanmıştır. Halk artık boa yılanından çok, bu şaşılacak oğlağı görmek için hayvanat bah­çesine akın ederler.

* Boa Yılanı ile Oğlak, Hüseyin Rahmi Gürpınar,İlkokul Türkçe 5, Milli Eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları
Devamını Oku »

SAVAŞ HİLELERİ - HARRO VON SENGER

1. Düşmana karşı bir saldırıda etkili mi olmak isteniyor; karşı tarafa etkisizlik görüntüsü verilmelidir.
2. Düşmana karşı belirli bir eylemde bulunulmak mı isteniyor, ona bununla ilgili hiçbir eylemde bulunulmadığı görüntüsü verilmelidir.
3. Düşmana yakından saldırmak mı isteniyor, ona uzaktan saldıracağı görüntüsü verilmelidir.
4. Düşmana uzaktan mı saldırılmak isteniyor; ona yakından saldıracağı görüntüsü verilmelidir.
5. Düşman avantaj elde etmeye çalışıyorsa önüne bir parça yem atılmalı ve yanılgıya sürüklemelidir.
6. Kendini güçlendirmek için, düşmanda ortaya çıkan kaos desteklenmeli veya ondan yararlanılmalıdır. 
7. Düşman tam teçhizatlı ise; ona karşı en üst düzeyde silahlanmalıdır.
8. Düşman kuvvetliyse geri çekilinmelidir.
9. Düşman kolayca gazaba geliyorsa; onu bu yönde kışkırtmalı ve düşüncesizce eylemler yapmaya sevk etmelidir.
10. Düşmanın kibrinden yararlanarak yanlış yöne sevk etmek için, kendini düşmana küçük ve boyun eğmeye hazır göstermelidir. 
11. Düşman sakin sakin yürüdüğünde; dörtnala üzerine gitmeli ve onu yok etmelidir.
12. Düşman kendi içinde yekvücut olmuşsa; onu bölmelidir.
Devamını Oku »

KAYBETMEK İÇİN DOĞANLARIN 10 ORTAK ÖZELLİĞİ - MÜMİN SEKMAN

Bir filozof, "Hayat doğduğumuzda hepimize bir mermer bloğu verir. Bazılarımız ondan güzel bir heykel yaparız, bazılarımız ise hoyratça peşimizden sürükleyip paramparça ederiz" demişti.

Kaybedenler de kazananlar gibi benzer ve farklı özelliklere sahiptir. Bazıları Leonard Cohen'in deyişiyle 'görkemli kaybeden'dir. Bazıları 'yokluğu anlaşılmaz'dır.

Bazıları kaybederken başkalarına da zarar verir. Bazıları ise 'sadece kendine zararlı' kaybedendir. Kazananlar gibi kaybedenler de, 'felsefeli kaybedenler' ve 'felsefesiz kaybedenler' diye ikiye ayrılabilir.

Kazanmak gibi, kaybetmek de bağımlılık yapabilir. Kaybetmişliğiyle barışmanın ötesine geçip, kaybetmeyi kimlikleştirmek de mümkündür. Bu bağlamda 'param yok' demekle, 'ben fakirim' demek arasında dağlar kadar fark vardır. Kaybetmeyi kimlik haline getirmek, -ki bunun Türk usulü versiyonu arabeskleşmedir- kaybetmeyi kalıcı ve 'sürdürülebilir' hale getirir.

Hiç kimse durduk yerde kaybeden olamaz. Kaybeden olmak için de bazı şekillerde düşünmek, bazı şekillerde davranmak, bazı şeylere inanmak gerekir. Kaybeden olmanın da yapılacaklar ve yapılmayacaklar listesi vardır. Kaybetmek için doğanlar pek fark etmeseler de, kaybetmek için de çaba harcamak gerekir!

Peki hayat oyununda kaybetmeye yatkın insanların, düşünce ve davranışlarında sıklıkla karşılaşılan ortak özellikler nelerdir?

1- İç disiplin yetersizliği
Başarısız insanların birinci ortak özelliği, irade gücü zayıflığıdır. Kendini içinden disipline ederek, bir amaca doğru harekete geçirememek bu insanların en büyük eksiğidir.
İrade gücü, insanın kendi iç güçlerini bir mercek gibi toplayıp, bu gücü bir amaca yöneltmektir. İradesi zayıf olduğu için kendini kontrol edemeyenlerin, olayları ve diğer insanları yönetmesini beklememek gerekir.

2- Zaman kullanım bilincinde zayıflık
Başarılı ya da başarısız herkesin 24 saati vardır, farkı yapan bu zamanı nasıl kullandıklarıdır. Başarmak istediği işleri, bir zaman çerçevesine oturtup, yani 'işleri takvime bağlayıp' sonra da kendini o programına göre denetleyenler, iyi bir kişisel organizasyon sistemi kurmuştur.
Belli bir amaç ve yön duygusuyla hareket etmeyenler, zamanının değerini de bilemez. Yapılacak işleri olanlar için zaman geçer, bir amacı olmayanlar içinse zaman döner! Sabah olur, öğlen olur, akşam olur, tekrar sabah olur!

3- Başarıyı dış faktörlere bağlama eğilimi
Bernard Shaw ünlü esprisinde, "Başarı tamamen şansa bağlıdır, inanmıyorsanız başarısızlara sorun!" der. Başarısızların, hayatlarındaki sonuç-ları kendi karar ve seçimlerine bağlamak yerine, kader, kısmet, şans ve şartlar gibi dışsal faktörlere bağlama eğilimi yüksektir.
Egolarını savunmak ve öz saygılarını korumak için, başarısızlığı "Rüzgar karşıdan esiyordu, hakem karşı tarafı tutuyordu" gibi dış faktörlere bağlarlar. Bu tutumun tehlikesi nedir? İnsanlar başkalarını ve şartları çok fazla suçlarsa, öğrenmeye zaman bulamaz.

4- 'Saydı' tipi düşünmeye yatkınlık
Başaranlar, önlerindeki şartlardan nasıl başarılı bir sonuç çıkarabileceklerini düşünür. Başarısızlık merkezli düşünenler ise, 'başka şartlarda olsa-lardı' neler yapabileceklerini anlatıp durur. Bu 'saydı' tipi düşünmedir. Bu tür kadınlar, 'erkek doğsalardı' neler yapabileceğini anlatırken, bu tür erkekler 'kadın doğsalardı' neler yapabileceklerini sayıklar.
Daha ilkokula bile gitmemiş olan İbrahim Tatlıses, "Urfa'da Oxford olsaydı, biz de giderdik" der! Kısacası, başarı sonuç alır, sevinir ve susar. Başarısızlık konuştukça konuşur. Çünkü elinden iş gelme-yenlerin, dilinden çok söz gelir! Cenap Şahabettin'in deyişiyle "Yerinde sayanlar yürüyenlerden daha çok gürültü çıkarır."

5- Arabeskleşmeye yatkınlık
Başarısızlığa götüren tavırlardan biri de arabesk düşünmeye yatkınlıktır. Arabesk hayat görüşü sürekli bir 'başarısızlık beklentisi' içindedir. Kendini 'bela paratoneri' gibi görür.
Arabesk söyleyerek başarılı olunabilir ama arabesk bir dünya görüşüyle başarıdan başarıya koşmak pek mümkün değildir. Arabesk tavırlılar, söylemek yerine söylenmeye yatkın; anlatmaktan çok alınmaya eğilimlidir. Sürekli bir 'kurban psikolojisi' içinde kıvranır. Eziklik ile ezme içgüdüsü arasında savrulur, 'doğru dozda tavır' sorunu yaşarlar.

6- Atalet ve tembelliğe yatkınlık
Bir şeyi yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Onu niçin yapmanız gerektiğini de biliyorsunuz. İsterseniz nasıl yapabileceğinizi de biliyorsunuz. Yapmamakla neler kaybettiğinizi de biliyorsunuz. Yaparsanız neler kazanacağınızı da biliyorsunuz. Elinizi kolunuzu bağlayıp, yapmanızı engelleyen birileri de yok.
O halde sizin içinizde olup, sizi durduran nedir? Atalet!
Atalet, miskinlik, tembellik, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi hareket etmek, yılgınlık demektir. Kaybedenlerin ana ruh hali, tembellik ve atalet psikolojisidir.

7- Kaybetme korkusundan kazanmaya kalkışmama
Bİr araştırma insanların "Ya başaramazsam" diye korkanlar ve "Ya başarırsam" diye korkanlar diye ikiye ayrıldığını göstermiştir. Pek çok insanda, başarısızlık korkusundan çok 'başarı korkusu' olduğu ortaya çıkmıştır.
Başarı korkusu, bazı kişiler-in başarılı olunca samimiyetlerini kaybedeceklerini, arkadaşları tarafından eskisi gibi sevilmeyeceklerini, 'insanların onlara çıkarları için yaklaşacağını' düşünüp, başarıdan uzak durması demektir.
Önemli bir diğer grup ise, 'ya başarılı olduktan sonra zirvede kalamaz, gördüğümden eksik yaşarsam' kaygısıyla başarıdan uzak durmaktadır. Kısacası, başarısızlar hem 'ya başarırsam'dan, hem de 'ya başaramazsam'dan korkarlar!

8- Psikolojik iç sabotajlara yatkınlık
Başarısız insanların beyninde, psikolojik iç sabotaj mekanizmaları bolca bulunur. Beyinleri adeta şizofrenik bir ikiye bölünmüşlük halindedir. Bir tarafları inşa ederken, diğer tarafları imha eder. Bir tarafları ileri iterken, diğer tarafları geri çeker.
Neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin ileriye götürdüğü, neyin geride bıraktığı konusunda net değillerdir. Başarı konusunda derin bir kafa karışıklığına sahiptirler. Kafası net olmayan insanların, eylemleri de net olmayacaktır. Nazımın bir deyişini biraz değiştirirsek, "Bana kafanızın içinde başarının net bir resmini yapabilir misiniz?"

9- Kendini geliştirmeye kapalılık, kurnazlığa yatmak
Azgelişmiş insanların, katakulli kapasitesi çok gelişmiş olur! İşini en doğru ve verimli şekilde nasıl yapacağına kafa yormak yerine, önce o işin kurnazlığına kafa yormak, tipik bir 'azgelişmiş başarısız insan' tavrıdır. Bu tür insanlar, ülkemizde çoğunluk olduğu için, yaygınlıktan gelen rahatlığa sahiptirler. Kurnazlık, otoriter ve azgelişmiş toplumlarda yaygındır.
Ege Cansen'in deyişiyle 'bilgi açığını kurnazlıkla, beceri yetmezliğini ise kabadayılıkla kapatma' eğilimi başarısızların karakteristiğidir. Başarısızların çoğu yeni şeyler öğrenmeye kapalı bir zihin yapısına sahiptir. Hayat ve başarı üzerine yeni şeyler öğrenmektense, kendi arabesk ezberlerini tekrarlamayı tercih ederler. Yaşadıkları olaylardan çıkardıkları dersler bile, daha önce çevreden duydukları kulaktan dolma fikirlerdir.

10- Başarı hakkında yanlış yargılara sahip olmak
Başarılı insanlar 'başarının sırrı'nı bilir. Başarısız insanlar da bilir! Arada bir fark vardır, başarısızlar yanlış bilir! Daha da kötüsü, bazıları doğrusunu bilmek de istemezler! Çünkü başarının kendi ellerinde olabildiğine inanmak, insanı sorumluluk altına iter. Nasıl başaracağını öğrenip hayatının sorumluluğunu taşımak yerine, kişisel gelişim kitaplarını ve yazarlarını suçlamak çoğu insana daha kolay gelir.

Başarı da, futbol ve siyaset gibi, hemen herkesin fikir sahibi olduğu ama çok az insanın birinci sınıf bilgi sahibi olduğu bir alandır. Beynimiz başarı hakkında hurafeler ve 'leylek hikayeleri'yle dolu. Başarısızların, yapması gereken ilk şey, başarı üzerine yeni şeyler öğrenmek değil, başarı hakkında bildiklerinin bazılarını unutmaktır!

Kaynak: www.muminsekman.com
Devamını Oku »

HONDA'NIN BAŞARI HİKAYESİ

1938 yılında, Bay Honda henüz okulda öğrenciyken, sahip olduğu her şeyi bir küçük atölyeye yatırmış, piston ringleri konusunda kendi kafalarında var olan fikri geliştirmeye koyulmuştur. Çalışmalarını Toyota şirketine satmak istediği için gece gündüz çalışmış, dirseklerine kadar yağlara batmış, o atölyede yatıp kalkmış, sonuç alacağına olan inancını hiçbir zaman yitirmemiştir. İşini sürdürebilmek için karısının mücevherlerini bile rehine koymak zorunda kalmıştır. Ama sonunda piston ringlerini tamamlayıp Toyota’ya sunduğunda, bunların Toyota standartlarına uymadığı söylenmiştir. Onu gerisin geri iki yıllığına okula yolladıklarında, öğretmenleriyle arkadaşları ona gülüp durmuş, tasarımlarının çok saçma şeyler olduğunu söylemişlerdir.

Ama o, bu tecrübenin acısına odaklanacağı yerde, amacına olan konsantrasyonunu sürdürmüştür. İki yıl daha geçtiğinde, Toyota ona hayalindeki anlaşmayı sunmuştur. İhtirasıyla inançlarının sonuç verişi, ne istediğini bildiği, eyleme geçtiği, nelerin iyi sonuç verdiğine dikkat ettiği, istediğine ulaşıncaya kadar yaklaşımını sürekli değiştirdiği içindir. Ama o sırada ortaya yeni bir sorun çıkmıştır.
Japon hükümetinin savaşa hazırlandığı günlerdir o günler. Fabrikasını kurmak için ihtiyacı olan betonu ona vermemişlerdir. Peki, o vaz mı geçmiştir o zaman? Hayır. Bunun ne büyük haksızlık olduğuna mı konsantre olmuştur? Rüyasını ölmüş mü saymıştır? Asla. Yine tecrübelerini kullanmaya karar vermiş, başka bir strateji geliştirmiştir. Ekip arkadaşlarıyla birlikte, kendi betonlarını yapabilecekleri yeni bir süreç geliştirmiş, fabrikasını öyle kurmuştur.

Savaş sırasında o fabrika iki kere bombalanmış, imalat tesislerinin önemli bölümleri mahvolmuştur. Honda’nın cevabı ne olmuştur o zaman? Ekibini toplamış, ABD ordusunun fırlatıp attığı benzin tenekelerini biriktirmeye koyulmuştur. Bunlara “Başkan Truman’ın Armağanları” diye isim takmıştır, çünkü niyeti o tenekeleri kendi imalatında hammadde olarak kullanmaktır. Savaş sırasında Japonya’da bu tür maddeler bulunmamaktadır. Sonunda bütün bunları arkasında bıraktığında, bu sefer de bir deprem, fabrikasını yerle bir etmiştir. Honda da o sırada piston operasyonunu Toyota’ya satmaya karar vermiştir.

Savaştan sonra Japonya’da korkunç bir benzin kıtlığı başladı. Bay Honda ailesi için yiyecek alışverişine bile arabasıyla gidemez oldu. Sonunda çaresizlik içinde, bisikletine küçük bir motor taktı. Hemen ardından komşuları, “Bize de öyle motorlu bisiklet yaparmısın?” demeye başladılar. Bir, iki derken sonunda Honda’nın elindeki motorlar tükendi. O zaman, yeni icadı için motor yapacak bir fabrika kurmaya karar verdi, ama ne yazık ki elinde sermaye yoktu.

Tıpkı daha önce yaptığı gibi, bu sefer de ne yapıp yapıp bir yolunu bulmaya karar verdi! Japonya’daki 18.000 bisikletçi dükkanına birer mektup yazdı, icadının getireceği hareketlilikle Japonya’ya yeniden hayat verebileceklerini söyledi. İçlerinden 5.000 tanesi ona istediği sermayeyi vermeye razı oldu. Yine de, yaptığı motorlu bisikleti ancak azimli bisiklet severlere satabiliyordu, çünkü bunlar çok kocaman, çok ağır şeylerdi. Bunun üzerine son bir değişiklik daha yaptı. Çok daha hafif, küçük bir motorlu bisiklet modeli yarattı. Adını “Super Cub” olarak seçti.

Bir gece içinde başarıya ulaştı. Kendisine İmparatorluk Nişanı verildi. Daha sonra motorlu bisikletlerini Avrupa ve Amerika’nın yeni kuşak çocuklarına yönelik olarak ihraç etmeye girişti. Yetmişli yıllarda da, o kadar tutulan otomobilleri ile ortaya çıktı.

Bugün Honda şirketi, ABD ve Japonya’da 100.000 kişi çalıştırmaktadır. Japonya’nın en büyük oto üreticilerinden biri sayılmaktadır. ABD içindeki satışları da Toyoto’dan fazladır. Bu başarı, bir tek adamın, koşullar ne olursa olsun, bir karara sürekli bağlı kalıp onu uygulamaktaki değeri ve gücü anlaması sayesinde gerçekleşmiştir.
Devamını Oku »

HATIRLA BUNLARI - WILLIAM SHAKESPEARE

İyi ol fakat çok iyi olma, Birazcık huysuz ol fakat çok değil,
İçinden geliyorsa dua et, Eğer sana rahatlık veriyorsa arada bir küfür de et,
Etrafındakilere mümkün olduğunca dostça davran, müşfik ol. Eğer bir gün kötü davranmanı gerektirecek bir durum karşısında kalırsan; bağır, çağır, kır, dök ve unut!
Her zaman ve her yerde eline geçen bütün saadeti yakala, en ufak bir parçanın bile kaçmasına izin verme,
Yaşa herşeyden önce, yaşa ve sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş olduğun için, laf olsun diye günlerini geçirme.
Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan; bütün kalbin, ruhun ve bedeninle sev!
Hayatını o şekilde yaşa ki; her an kendi elini sıkabilesin ve her gün faydalı olan, hiç olmazs her gün faydalı olan, hiç olmazsa bir şey yapki, gecelerin yaklaşırken örtüleri üzerine çekip kendi kendine "ben elimden geleni yaptım" diyebilesin.
Düşüncelerin neyse hayatın da odur. Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir
Devamını Oku »

KENDİ YOLUNUZDAN ÇEKİLİN - M. GOULSTON & P. GOLDBERG

Sizi bastığınız yere dikkat etmeye güdüleyen korkudur; özlediğimiz yere gitmede ise sizi; arzu, özgüven ve hayal gücü harekete geçirir. Karşınıza çıkan her türlü çukur ve tümsekle başa çıkabileceğinizi bilirseniz, sürekli kaldırıma bakmak zorunda kalmazsınız. Bunun yerine gözünüz hedefinizde son hızla ilerleyebilirsiniz.
Oyunu tedbirli oynama veya risk alma eğiliminin kökü genellikle çocukluğa kadar uzanır. Bütün çocuklar maceracı ve meraklıdırlar. Canları yandığında veya işleri yolunda gitmediğinde, anne babaları ''Bir daha bunu yaptığını görmeyeyim'' ifadesinde olduğu gibi korkuyla tepki verirse, birer yetişkin olduklarında büyük olasılıkla tedbirli yaşayacaklardır.
Riskli bir şey yapmaya istek duyduklarında duygusal bellekleri onlara şöyle fısıldar:
''Üzüleceksin''
Öte yandan anne babaları ''Oraya geri dön ve tekrar dene'' dediği taktirde, genellikle bir hayal uğruna risk alabilecek kadar güçlü bir biçimde yetişirler.
Devamını Oku »

CHARLİE CHAPLİN'İN KIZINA MEKTUBU

Sevgili kızım,

Şimdi gece, Noel gecesi. Benim küçük kalemimdeki silahsız muhafızların hepsi derin uykuda. Kardeşlerin uyuyor, annende uykuya daldı. Ne var ki sen çok uzaklardasın; eğer şu anda şu dakikada fotoğraflarına bakmıyorsan kör olayım. Fotoğrafların burada masanın üzerinde kalbime en yakın yerde duruyor. Oysa sen neredesin?

Uzaksı, masalsı, Pariste, Camps Elyees’deki tiyatroda, görkemli bir sahnede dans ediyorsun. Ben bunu çok iyi bildiğim halde genelde bu sakin gecenin sessizliğinde senin ayak seslerini net biçimde duyuyorum. Gözlerin gözlerimin önüne geliyor; gözlerin kış gecesine özgü gökyüzündeki yıldızlar gibi parlıyor. Bu güzel oyunda, Şahın tutsak aldığı güzeller güzeli İranlı kızı oynadığını biliyorum. Güzeller güzeli ol sen de dans et, yıldız ol ve parıltılar saç. Ama seyircileri büyülermiş olmaktan, onları kendine hayran etmekten sarhoş olduğunda, sana sunulan çiçeklerin kokusu başını döndürdüğünde, tek başına bir köşeye çekil ve benim mektubumu oku, babanın sesine kulak ver.

Ben senin babanım Geraldine! ben Charlie’yim, Charlie Chaplin! Başucunda kaç gece sabahladığım bir bilsen? küçük küçük masallar anlatıyordum sana! Bazen Uyuyan Güzel’i anlatırdım, bazen kötü kalpli ejderhaları…uyku gelip ihtiyar gözlerimi yokladığında uykuyla dalga geçiyor ve şöyle diyordum -defol! ben kızımın hayallerini düşlüyorum. Ben senin hayallerini görebiliyordum Geraldine! senin geleceğini görebiliyordum, bugünü! sahnede dans eden kızı görebiliyordum, kanatlarını açmış, havada uçan periyi.. insanların sözlerini duyabiliyordum -şu kızı görüyor musun, yaşlı palyaçonun kızı bu, babasının adı Charlie idi, hani hatırlıyor musun? bu dans ve alkış sesleri senin ayaklarını yerden kesecektir. Kanatlanan, uç ötelere! Ama arada bir ayakların yere de bassın! Halkın nasıl yaşadığını bilmelisin, sokak dansçılarının hayatını da gör. Açlıktan bitkin düşmüş, yoksulluktan ve soğuktan titreye titreye dans edenleri de… Bende onlarla aynı kaderi paylaşmıştım Geraldine! O büyülü gecelerde, sen benim masallarımla uyuyordun ama ben uyumazdım. Senin güzel yüzünü seyreder, kalbinin atışlarını dinlerdim ve kendime şu soruyu sorardım -Charlie acaba bir gün olur bu minik kuş seni anlayabilir mi? Sen beni tanımıyorsun Geraldine, benim masalımda çok ilginçtir. Yoksul palyaçonun masalı bu. Londra’nın kenar mahallesinde şarkı söyleyip dans eden sonra a bahşiş toplayan bir palyaçonun masalı…İşte benim maslım da bu!

Ben açlığın ne demek olduğunu biliyorum, evsizliğin ne anlama geldiğini. Bu da bir şey mi ki? Ben gurudan bir okyanus gibi kabarmış şu göğsümde, acıma duygusuyla önüme atılan kuruşların sızısını hissettim, küçümsenen sefil birinin sancılarını çektim. Bütün bunlara karşın, işte gene de hayattayım. Hayatta olanlar hakkında hep daha az konuşulur. Sen benim soyadımı taşıyorsun, Chaplin ismini…bu ad, neredeyse yarım yüzyıl boyunca bütün dünyayı güldürdü. – benim ağlamalarım yanında bu gülmeler nedir ki? Senin yaşadığın dünya sadece dans ve müzikten ibaret.. Geraldine gece yarısı o görkemli salondan çıkınca, varsıl hayranlarını unut ama bindiğin taksinin şoförüne karısının hatırını sormayı unutma… Kim bilir, belki de karısı hamiledir, belki yakında doğacak olan ilk göz ağrısı yavrusu için bez almaya bile parası yoktur. Eğer durum böyleyse, kalk cebine para koy… Pre Credit Bank’a talimat verdim, giderlerini karşılayacaklar. Başkalarına yapacağın ödemeleri kuruşu kuruşuna hesapla, öyle ver! Arada sırada metroya bin otobüs yada yayan dolaş şehri. İnsanlara bak, iyi gözlemle onları. Dul ve yetimlerin gözlerine iyi bak. Hiç değilse günde birkaç kez kendine şunu söyle -bende bunlardan biriyim! Evet, sevgili kızım, unutma bunu; sende onlardan birisin.

Sanat göğe uçması için insana kanatlar takıncaya kadar ayaklarına ayaklarına vurur insanın. Zaman gelip de seyirci karşısında yükseldiğini hissetmeye başladığında sahneden in, dışarı çık…Yoldan geçen taksiyi çevir. Paris’in dış mahallerine git. Ben bu mahalleri iyi bilirim…Orada dansçı kızları göreceksin. İçlerinde sana benzeyenler de vardır, senden daha zarif, daha mağrur olanlarda. Sen tiyatrondaki göz alıcı sahne ışıklarını orada bulamazsın! onların sahne ışıkları Ay’dır. Bak onlara, daha dikkatlice bak! Senden bile daha iyi dans etmiyorlar mı? Haydi itiraf et bunu…senden daha iyi dans eden, senden daha iyi rol yapan biriyle karşılaşırsan vakit hep şu sözlerim aklına gelsin: hiçbir zaman Charlie’nin ailesinden ,fayton sürücüsüne kötü söz söyleyecek ya da Seine nehri kıyısında oturmuş sadaka isteyen dilenciyle alay edecek kadar kendini bilmez biri çıkmamıştır. Charlie bu dünyadan çekip gidecek Geraldine! Sense hayatına devam edeceksin. Ben senin hiçbir zaman yoksulluğu tatmanı istemem.

Bu mektupla birlikte sana çek koçanı da yolluyorum. Ne kadar İstersen o kadar harca. Âmâ sakın şunu unutma! iki frank harcadığında üçüncü frak sana ait değildir. Her defasında aklında olsun bu. Üçüncü frak bir başkasına ait, tanımadığın birine, bir frankın hasretiyle yaşayan birine ait o parabol kişiyi bulman zor olmayacaktır. Attığın her adımda yoksul birini görebilirsin, yeter ki sen görmeyi iste! Ben bu şeytanın baştan çıkaran gücünü bildiğim için para hakkında konuşuyorum. Uzun süre sirkte çalıştım, ip üstündeki cambazları korkuyla izlerdim hep. Âmâ şimdi sana şunu da söylemek isterim sevgili kızım. Bir insanın ayağının kaymasıyla yere sert zemine kapaklanması cambazların o tekinsiz ipten düşmesinden daha kolaydır. İnan bana. Sen bu akşam bir pırlantadaki ışıltının cazibesine kapılabilir, ister istemez yere kapaklanabilirsin. Gün gelir yabancı bir prensin yüzü, seni kendine tutsak edebilir. İşte o andan itibaren sen artık deneyimsiz bir cambaz sayılabilirsin. İp deneyimsizlere ihanet etmiştir hep. Sen sakın altın ve mücevher karşılığında kalbini satma. Unutma, sen büyük pırlanta güneştir ve ne mutlu ki güneş herkesi eşit biçimde aydınlatıyor.

Gün gelirde birini seversen, seçtiğin kişiyi tüm kalbinle sev. İşinin zor olduğunu biliyorum. Şimdi bedenini tırıl tırıl ipek kumaşlar örtüyor. Sanat için sahneye çıplak ta çıkabilirsin…Ama o sahneden saf, tertemiz ve kusursuz olarak inmelisin. Ben yaşlı biriyim, sözlerim gülünç gelebilir. Ama öyle sanıyorum ki çıplak vücudun, seni çıplak ruhuna aşık olan kişiye ait olmalıdır. Ne yapayım, benim konuya bakışım belki eski kafalılık…belki düşüncem on yıl öncesinde kaldı. Korkma Geraldine, bu on yıl seni yaşlandırmaz. Ben senin şu çıplak adada boyun eğen en son kişi olmanı isterim. Babalar ve çocukların arasında hep bir çekişme olduğunu biliyorum. Bana savaş aç sevgili kızım, düşüncelerime karşı savaş aç. Ben itaatkâr çocukları sevmiyorum. Bu mektubumun üzerine henüz göz yaşım düşmemişken, bu Noel gecesinin mucizeler gecesi olduğuna inanmak istiyorum. Bir mucize olmasını ve söylemek istediğim her şeyi gerçekten doğru anlamanı istiyorum.

Charlie yaşlandı Geraldine, artık çok yaşlandı. Sen er yada geç, beyaz elbiseler yerine siyahlar giyip mezarına geleceksin. Şimdi seni üzmek istemiyorum ama arada bir aynaya bak…Aynada beni göreceksin. Damarlarında benim kanım dolaşıyor. İstiyorum ki , benim damarlarımdaki kan akmaz olduğunda baban Charlie’yi unutma!

-ben bir melek değildim, âmâ her zamana insan olmak için çaba harcadım.!

Sen de öyle yap!

Seni Öpüyorum Geraldine.

Charlie Chaplin

Devamını Oku »

EN ÇOK OKUNANLAR